Tarih: 23 Aralık 1989
”Buz gibi hava. Aslında işe gitmemek vardı ama öğlen yemek parasının da havadan yağacak hali yok” diye söylendi siyah çizmeleri süt beyazı karın içine bir batıp bir çıkarken. Evden çıkalı bir 5 dakika ya olmuştu ya olmamıştı, şimdiden soğuk ciğerlerine kadar işlemisti. Elleri, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Yolda yürürken gözleri uzakta ki mavi bir şeye takıldı. Kardan görünmüyordu ama yaklaştıkça bu nesnenin kulübe benzeri bir şey olduğunu düşündü. Tam yanına vardığı sırada kulübenin içinden genç ve zayıf bir adam çıktı. Günün özelliğine uygun siyah çizmeler giymiş, mor ceket,pantolon,kıyafetler giymiş, boynuna mor bir atkı dolamış-ki tümüyle mosmor bi adam- başına ise İngiliz-vari mor bir şapka takmıştı. Adam’ın yüzüne şaşkın ama aynı zamanda bu karşılaşmaya kendini önceden hazırlamış kadar hazır bir yüz ifadesiyle baktı:
-Merhaba, ben Doktor. Tanıştığıma memnun oldum. 23 Aralık 1989 Sorduğu sorunun karşısında adam biraz geriye gitti. İçinden ”Tehlikeli bir deli olabilir mi acaba? Hiç bulaşıp da bela sarmasam mı başıma?” diye geçirdi. İçinde gecen her düşünceye büyük bir tezat oluşturacak bir şekilde gayet de endişesiz bir yüz ifadesiyle karşısında ki adama baktı:
-Cemal.Cemal Süreya. Ben de memnun oldum. Evet, bugün 23 Aralık. Yıllardan 1989. Eğer ben evden buraya gelene kadar değişmemişse tarih tam olarak bu-ne saçmalıyorum ben böyle-
-Cemal Süreya mı? Paris değil mi burası?
-Hayır burası İstanbul.
-Ah, tamam. Özür dilerim vaktinizi aldım. Bu sefer yanlış yere gelmişim. Bir gün mutlaka hem yer hem de zaman tutacak. İyi günler Cemal bey. İngiliz-vari şapkasını yine İngiliz-vari bir şekilde başından hafifçe kaldırıp selam verip geldiği kulübesine yöneldi, sonra bir şey hatırlayarak: Bu arada bu durumdan kimseye bahsetmeyin lütfen. Ben gayet normal bir insanım ve her zaman da doğruyu söylerim, yalan söylerken bile.
Cemal Süreya’nın hiçbir şey’den anlamayan bakışları altında kulübesine bindi. Cemal Süreya’da kendi kendine ”Deli herhalde”diye söylenip yürüyup tam diğer sokağa sapacak iken arkasından büyük bir gürültü duydu. Arkasını döndüğü ortalığı bir örtü kapsayan kardan başka bir şey yoktu. Geri dönüp diğer sokağa saptı, bir yandan da adamın dediğini kendi kendine söylüyordu:
-Ben her zaman doğruyu söylerim, yalan söylerken bile. (Arcadia Evrenkenti-Doktor ve Şairler-678.basım-s.92)