Diğer geceye kadar sessizlik köşe başında bekleyecek, hayal kurmuyorum, sabahleyin yıldızları çıplak gözle göremiyorum. Israrım yok, sabah değil. Ve anlaşılmayacak bir şey yok. Hiçbir şeyden haberi olmayan o papatya da yalan söyleyemez ya. Peki, neden o nehir onun yüzünü taşır, onun da verecek bir cevabı yok, akmaya devam ediyor. Peki ya ayna, o nereden biliyor da gösteriyor yüzümdeki yılların çizgisini –saçlarımda beyazlar olamaz-, içinde mi tutuyor ki bu görüntüyü? Ve her yağmur yağdığında bu akışı daha hızlı olacak, onu daha uzak mesafelere götürecek. Yanımda kalmayışı belki de daha iyi. Anlamsız gibi gelen görüntüler, belli belirsiz sebepleri vardı onların da.
Geçen her günün farklı bir şey getirmemesi, hayatımın rutin olduğu anlamına gelmez ama hepsini toplayınca aynı hayatın parçaları, bir rüyanın yaşanmışlığa dökülmüş hali. Bütün bir gece sürdüğünü sandığım hikâye, bir andan ibaret olduğunu sonradan –uyumaya beş kala- öğrendim. O rüyayı tekrar görmek için tekrar uyumak mı gerekiyor? Gerekmiyor.
Uykusuz geçen gecenin dili kâğıt kalemle açılıyor. Sessizliği yutarak başladı gecenin hikâyesi. Onun için söylenen tüm şarkıların, sözleri içinde tutmayı denedi ve her seferinde rengi bira daha koyulaştı.
Yıldızlar ne güzel! Hem bu gece bulutlar da yok, gökyüzü bana ait. Boşluğa doğru çizilmesi gereken hayallerim var. Yaklaşsam, dokunacak kadar yakınım sanki. Bu gece de uyumayacağım, direneceğim uykuya aklım için, yıldızlara asılı düşüncelerim var.
Mevsimsiz Sohbet’ten
https://twitter.com/arpaslanbudak