-Kanalı değiştiremez miyiz anne?
-Hayır uyu lütfen.
-Zaten hep uyurum ama uyuyamıyorum bile.
-Lütfen.
-Sadece başka bir tane bu çok rahatsız edici.
İç çekişleri. Kendimi bir anda çok çok eski senelerden birinde buluyorum. Henüz arka koltuktaki çocuğumuz doğmamış bile. Hatta gencim bile. Yine seyahat ediyoruz, yine arabadayız elbette. Pişmaniye de vardır hatta belki. Kot pantolanlarımızı hatırlıyorum yere bakıyordum mutsuzdum hayır mutsuzluk değil fakat iç çekişleri. Sanırım bu iç çekişlerin sihirli anısal bağı çekti beni bu seneye. Yere bakıyorum. Gece karanlık. Otobanın ışıkları ara ara Volvo’nun ön camından girip kısa süreli ışıklar yaratıyor. Periyodik olarak kot pantolanlarımızı turuncu görüyorum sonra yine siyah. Çok hızlı gidiyoruz. Arada ışıklar ve sigara. Vitesteki sigara içen eli sonra camdan giden bir izmarit sonra yenisi. Hep yere bakıyorum. Uzun bi yol, gece gitmek için sadece.
-Kanalı değiştirmeyeceğiz uyu artık, dedi arabayı kullanan.
İzmir’den dönüyorduk sanırım. Şarap fuarı gibi bir şeye gitmiş olmalıydık. Ertesi gün çalışmamız lazımdı gece yolculuk edip sabah eve varır varmaz duş alıp işe gidicektik. Stresli bir yolculuktu. Halbuki isteksizdim bile haftasonu şehir dışına çıkmak için, bana kalsa haftasonları sakin ve de dostlarımızla geçirilip hem de hemen tüketilecek bir şeydi. Fikirlerimi savunmak için yoktu artık halim. Pes etmeye o zamanlar başlamıştım galiba. Evet ilk o zamanlardı vazgeçmelerim. Çok çok önceki senelerdeyiz hafızam yeteri kadar güvenilir değil ne yazık ki. Hele ki bu konu, seyahatlerimiz ya da evliliğimiz.
Harika bir armut şarabı keşfettiğimizi anımsıyorum. Uzun yıllardır o kadar güzel bir şarap içmemiştim. Sonrasında da içmemiş olabilirim hatta. Ama yolculuk stresliydi. Arka koltukta bir kasaya yakın şarap vardı. Böyle almak hem daha ucuza geliyor hem de daha nadir şişeleri deneyebiliyorduk. Küçük bi denizkızı heykeli satın almıştım, salonun hangi köşesine koyabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Kendi kendime zaman geçirmeye çalışıyordum. Araba kullanırken konuşmaktan nefret ederdi. Uyumak da istemiyordum, şoförü uyutmamak gerekir. Ama bu şoförün uykusunu açmak da yasak. Ben de sadece öyle uyumadan durup onun da uyumadığını kontrol ederdim genelde. Sinir bozucu bi gece yolculuğu olduğunu dürüstçe itiraf etmeliyim. Iç çekişlerimin tek sebebi bu bile değildi ve de. Gezdiğimiz fabrikalardan birindeki kadın fena halde ve de barizce asılmıştı ona. O da karşılık vermişti. Otele döndüğümüzde kavga etmeye çalıştığımda kabul bile ettirmeyi başaramadım. Herhangi bir kavgada üstün gelmeyi unutmak. Fabrikaya dönüp kadının tüm suratını şişelerle parçalamak. Belki saçlarından tutup şarap fıçılarından birine batırmak kafasını.
Tam bu deli saçması kurguları düşlerken yola bir anda bir şey fırladı. Bir şey diyebiliyorum çünkü gittiğimiz hızla seçebilmem imkansızdı. Hep çok hızlı sürer belki yüz seksenle gidiyordu belki daha da fazla. Bir şey fırladı ve tüm ön cam simsiyah oldu. Kandan hiçbir şey görünmüyordu sanırım şoka girmişti bi süre durdumadı bile arabayı. Yolun ortasında şak diye durdu, kemerim takılı değildi kafam ön cama yapıştı, bütün gezegen o şeyin kanıydı o saniye gözlerimde. Geriye yaslandım ağlamaya başladım. Hollywood çığlıkları ya da hızlı hızlı bağırıp çağırmalar yoktu. Elektrik yüklü sessizlik. Kafam bu kez şak diye koltuğuma çarptı aynı hızla geri vitesteydik. Ona döndüm, yüzünde hiçbir ifade yok. Aynadan arkayı gözlüyordu asla yavaşlamıyordu. Sağa aldı arabayı, durdurdu. Arabadan indi, tam inmeye hazırlanıyodum böğh diye bir inleme duydum. Şoför koltuğunun camından kafamı çıkardım, kusuyodu. Sonra dikiz aynasından ben de, ben de kusuyordum. Ne kadar öyle kustuk bilmiyorum bütün pantolonum kusmuk oldu. Arabadan indim çığlık atarak ağlamaya başladım. Aklımı kaçırmıştım o an. Elleriyle kafamı tuttu ağzımı kapattı göğsünde ağladım biraz da.
-Handan napıcaz?
Bir saat bile olmamıştı sanırım. Sigara içiyoduk ikimiz de radyoda Beatles çalıyordu hangi şarkısı olduğunu hatırlayamıyorum. Delirmiş gibi ağlıyordum sakinleşmem imkansızdı. Toprak yoldaydık ikimizin de hiçbir fikri yoktu nereye gittğimize dair. Ara ara annecim diyordum kendi kendime galiba. Ne zaman korksam panikten delirsem kontrolümü kaybeder ne söylediğimi bile fark edemem. Dönüp her ona baktığımda ise aynı ifadesezlik. Bu kez farklı, gözlerinde yaşlar görüyorum arabayı sürerken. Dokunup yanaklarından silmek istiyorum sonra kendimi tekrar annemle konuşurken buluyorum. Yokuş çıkıyoruz araba zorlanmaya başlıyor. Yetmez mi diye soruyorum cevap vermiyor fakat gaza yüklenmesinden anlıyorum. Bir sigara daha içiyorum sonra bir tane daha o hep gaza yükleniyor. Ağlama hissini kaybediyorum. Her şey berbat kokuyor. Bu kan cama değil alnıma yapışmış sanki. Kendi kendime neyle silmeli diyorum sonra kahkahalar atıyorum ve de ağlıyorum. Kendi paketim bitiyor eğlip yerden onunkini alıyorum. Ayakkabıları kan içinde. Biz kan içindeyiz. Tekrardan kusmaya başlıyorum her yer zaten kusmuk kusmuğumun kusmukları hatta. Hepsine kusuyorum. Kustuğum yüzünden kusuyorum hatta bir süre sonra. Konuşmak imkansız. Patinaj gibi bir ses, duruyoruz. O iniyor inmek istiyorum ben de fakat ayaklarımda korkunç bir uyuşma kontrolleri bende değil onları hissedemiyorum. Gittikçe yükseliyor dizlerim karnım, karnımda korkunçlaştığına yemin edebilirim nefes almam güçleşiyor ellerim artık. Bedenim kaskatı. Ellerim içeri bükük hareket ettiremiyorum. Suratıma yükseliyor bu şey. Dudaklarım çarpık ve kaskatı tüm bedenimde korkunç bir acı. Acıdan hüngür hüngür ağlıyorum. Boğazım gittikçe daralıyor sanki birazdan yok olucak korkudan daha da kasılıyorum sanki o an ölmeme ramak var. Yardım et demek istiyorum ama garip heceler çıkabiliyor kaskatı dudaklarımdan yalnızca. Ben de var gücümle çığlık atmayı deniyorum boğuk, ölü deniz canlılarının en dipteki şarkıları gibi. Nefessizlikten gözlerim kararıyor. Son gördüğüm şey bir hayatın kanı olmasın istiyorum direniyorum fakat artık yalnızca doku ve görme değil tüm diğer duyularımı da kaybediyorum. Neden zihnim de gidemiyor diye kızıyorum ama kızmak için ne gücümün ne de hakkımın olmadığına kanaat getiriyorum. Belki de bırakmalıyım kendimi diye düşünüyorum acıya alış diyorum, suya bırakmak gibi kendini evet Handan diyorum.
-Handan lütfen burdayım, burdayım Handan lütfen.
Göz kapaklarımı kaldırıyorum ağır ağır. Ağaçlar tüm gökyüzü, ay ışığıyla hem de. Inanılmaz huzurlu hissediyorum gülümsüyorum ona dönüyorum iyi olduğumu söylemek için ve gömleğini boylu boyuna kaplamış kanı görüyorum kendime dokunuyorum sırılsıklam üzerim bakmaya halim bile yok. Toprağa geri uzanıp ağlıyorum. Çekiç sesiyle uzun saatler ağlıyorum. Ben bir yıldızım etrafımda beş farklı yıldız daha var hepsi benden yirmişer metre ötede. Içleri yıldızlarla dolucak birazdan. Kolla bacakla saçla gözle karınla hatta ciğerlerle. Uzanıp yıllarca ağladım aslında orada o gece. Kürek yerine kullanıp saatlerini verdiği çekiç sesi dindi sonra. Soyun dedi bana. Soyundum bagajdaki küçük bavuldan eline ne gelirse fırlattı, onun bi kazağıyla eteklerimden biriydi. Bikaç şişe su çıkardı ön camı yıkamaya başladı, benzinle sildi suyla sildi kanlı kıyafetlerimizin iç yüzleriyle sildi. Günah çekicini bagaja koymaya cesaret edemedi arka koltukların paspasının altına yerleştirdi. Korkunç kıyafetlerimiziyse bavula, sanki otelden yeni çıkmışız gibi. Beni kuacağına aldı toprağa sımsıkı yapışmış bırakmak istemiyordum, arabaya taşıdı arka koltuğa yatırdı. Eve kadar uyudum. Korkunç sandığım evliliğimin ne kadar daha korkunçluk idesine yaklaşabileceğini düşündüm en son.
-Anne Virgin, lütfen.
-Eve vardık Ece lütfen keser misin artık, dedi adam.