1.Gün
Yine bir sıkıntı bastı. Bu günlerde bir karamsarlıktır aldı başını gidiyor. Sıkıntı desen ona alıştık zaten. Sarı ampullü sokak lambalarının olduğu bir yolda yürümek istiyor canım. Hayret, hiç romantik filmde izlemem(varsa yoksa fantastik) ama garip bir istek.
Şöyle karşı karşıya oturup bir şeyler içip dertleşecek dost lazım. Ama nerede? Herkes ya paranın derdinde ya da öbür tarafı buradan vazgeçerek kurtarmaya çalışıyor. Arkadan konuşmayan, kardeşini satmayan, üç kuruş çıkar için on takla atmayıp iki duble rakı içen giremez mi acaba Tanrı’nın cennetine. Kimse bilmiyor kendisine sormak lazım ama O da cevap vermiyor. Bize bu durumda gururlu sarhoşluğumuza geri dönmek düşer.
Neyse, çıkıp yürüyemedim hayalimdeki sokakta. Havada kar var ama çok gereksiz yağıyor. İnsan şöyle ağız tadıyla dertlenemiyor bile. Bir sigara yakayım desem anında enselenirim, tabiri caizse. Sigara da yoktu zaten yanımda.
O evi hiç almayacaklardı. Sıkıntının kökü odur. Bilirim boşuna psikoloji okumuyoruz. Birinci sınıfta kendini psikolog sanan bir ben mi varım acaba? İnşallah sadece benimdir. Tek olmayı seviyorum. Konuyu dağıttık, işte bizimkiler o evi aldıklarından beri beni bir sıkıntıdır aldı. Daha içine adım atmadığım, buz gibi dışarıdan gelip içeride bir oh demediğim ev yüzünden para harcamaya utanır oldum. Elime para geçse cebimde kalıyor bir işime yaramıyor. Yakında adım cimriye çıkacak diye korkuyorum, ki hiç öyle değilimdir. Fakir aile çocuğu triplerindeyim fakat geçimini zor sağlayan bir ailem olduğu söylenemez. Orta Çağda, Fransa’da yaşasaydık ticareti kontrol burjuvalar olabilirdik. Feodallere isyankar burjuvalar… Leonardoyla iyi anlaşırdım sonuçta kendi çapımızda zekiyiz ama sanırım o Fransız değil İtalyan. Farketmez.
Peki asıl mesele, böyle bir ailede ben neden para sıkıntısına giriyorum. Ben de bilmiyorum, yapım böyle deyip geçiyorum. Eski Yunanda gereksizlik tanrısı ben olabilirdim. Herkesin sıkıntısını derdini çekerim, buyurun gelin.
2.Gün
Çok zor nefes alabiliyorum. Kesik kesik. Hava akciğerlerime giriyor ama sanki yetersiz. Sigarayı da azaltmıştım halbuki. En iyisi kendimi dışarı atmak. Terasın camlarından birine çıkıp düşünmeden atmak. Ama cesaret edemem. Atlamaya değil, düşünmemeye cesaret edemem.
Bu olmadı, en iyisi evden dışarı çıkmak. Herkesin güzel güzel giyinip döküldüğü sokaklara yıkık dökük halimle atılmak en iyisi. İnsanlar eğlenecek bir şey bulur en azından.
Kendini beğenen insanları her zaman takdir etmişimdir, ben hiç başaramadığım için. Kendim dışındakileri hep daha şık bulurdum. “Bulurdum” dedim çünkü aşık oldum. Herkeste olur mu bilmem insan aşık olunca aynı zamanda aynı zamanda kendini de sever. İki tarafı yararlı bir anlaşmadır aşk.
Konudan konuya atlıyorum. Saçlarım kadar karışık düşüncelerim. Neyse, çok sıkıldım bu gürültüde. Bu kadar çok konuşan insanlar konuşmak için düşünüyor olsa gerek. Peki ama düşünmeden konuşmak ne demek? Neyse gürültü yapmasınlar yeter, umurumda değiller.
Hadi kalk gidelim. Gerçekten çok sıkıldım bu beni kan ter içinde bırakan hengameden. Atalım kendimizi sokaklara. Kaldırım taşlarını eskitelim, kitapçıları dolaşalım, çay içelim , el ele dolaşalım. Hadi! Unutmuşum, bu aralar biraz uzaktık birbirimize. Gerçekle hayali karıştırır oldum. Çok mu özledim acaba? Şimdilik en iyisi tek başıma dışarı çıkmak. Çay , kitapçı bir başına gitmez. Kaldırım taşlarını sayarım belki. Zaten en iyi boş boş yürürken, bir de banyoda düşünmüşümdür.
Not: Düşünmekten dışarı çıkamadım yarına artık.
3.Gün
Akşam çok içtim. Bir birayla kafa olabiliyorum bazen. İçmekten çok onun bıraktığı rahatsız durumu seviyorum. Dünya daha puslu oluyor öyle zamanlarda(bu konuda yalnız olmadığım kesin). Fakat mide bulantısı hoşuma gitmez. Kusturacaksan kustur; insanı zora sokmanın ne anlamı var.
Evde içtim yine. Böyle gizli saklı pek tat vermiyor. Saçım bile sigara kokmuş. Sözde sigarayı bırakmıştım. Kuvvetlidir iradem bırakırım yine. Keşke dışarıda içseydim. Tekilanın yanında tuz kesin bir kural mıdır? En çok da midemi o bulandırdı. Bu kafayla sokağa çıkmak güzel olabilir. Belki akşam çıkarı, şimdi hiç çıkasım yok. Yorganın altında kalmak istiyorum tüm gün, herkes çok ses yapıyor. O değilde, bu akşam sokağa çıkmaya kararlıyım.
Hücrem küçücük. İnsanın içi daralıyor burada. Evden ayrılınca yalnızlıkta huzuru bulurum sanmıştım, yanılmışım. Gürültüye alışmışım. İstemedende olsa özlemini çekiyorum. İçki yok, sigara önümde ama içesim yok. Bırakmış olabilirim. Beton kutular, metal kutular sonra tekrar beton kutular… Kutular yüzyılında yaşıyoruz. Pasif olduğu kadar üşengeç bir yüzyıl.
İki satır yazı yazacağım diye kaç tane iç sesle kavga ettim bilemezsin. Rahatları bozulsun istemiyorlarmış. İnsanın en büyük düşmanı sonunda ortaya çıktı. İç ses. Tüm bu iç karartıcı durumlardan bizi sevgi kurtarır diyorlar. Her ne kadar karamsarlık karakterime işlesede destekliyorum onları. Çok klişe ama inanıyorum. Belkide sevginin klişe olduğuna inandırıldık. Klasik koşullandık.
Aklı duygularına karışmış insanlar var. Gerçekle hayali ayırt edemeyenler… Dünyada bir avuç insan var böyle. Kurtuluşu elinde tutan ahmaklar bunlar. Bugün saçmalama günüm. Yanında beraber saçmalayacağın birisinin olması güzel bir şey. Dünyanın güzel yanlarından biri işte.
Not: Bugünde dışarıya adımımı atmadım.