Kapıdan adımını attığı gibi ılık ılık esen rüzgârın dokunuşunu hissetti göğsünde, sonra açık olan iki gömlek iliğinin ikincisini ilikledi ve ağır adımlar atmaya başladı. Her sabah yaptığı gibi sokak kedilerine baktı, kendi anlaştıkları dilde seslendi samimi tüylü dostlarına, sonra babasından kalan elle tutulur, gözlü görülür son hatıra olan eski saatine baktı. İçinden intizar edip, bir delikanlılığım bir de sen kaldın be baba dostum dedi saatine. O anki serzenişi birkaç saniyede olsa sanki alıp götürmüştü onu mutlu, ufak bir çocuk olduğu yıllarına. Sokağın köşesinde bahçesinin duvarıyla uğraşan Ahmet amcaya gözü ilişti, Ahmet Amca betonlaşma istilasına tek başına başkaldırıda bulunmuştu, vermemişti evini müteahhide. Seslendi bizimkisi “Günaydın yaşlı kurt Ahmet Amcam nelerle uğraşıyorsun yine?” Ahmet Amca: “Kör müsün be çapulcu herif? Duvarla uğraşıyoruz burada”. Bizimkisi pişkin bir gülüş attı ve tekrar Ahmet Amcaya dönerek “Ne olacak ülkenin hali amcam?” Ahmet Amcanın yüzü bisikletinin lastiği patlamış küçük edasında büründü ve “İç güveysinden hallice kaynana gidince her şey düzelecek” dedi ve sinsi bir o kadar içten bir kahkaha attı. Bizimkisi “Haydi eyvAllah” dedi ve tekrardan başladı yürümeye. Bakkala geldi, bakkal sabah haberlerini izliyordu gözü masasının üzerinde ödenecekler diye büyük bir başlığa takıldı, altında vergilerle, faturalarla dolu bir liste vardı. Onun bu halini görünce hiçbir şey diyemedi, üzüldü, içten içe usulca gazetesini aldı ve parasını bıraktı, bol kazançlar demeye niyetlendi ancak dili varmadı, o liste varken ne kadar kazansa da akıp gidiyordu paralar hem de ak gibi gidiyordu devlet hazinesine. Biraz hüzünlendi bu duruma, aslında kendisi de borçla boğuşuyordu geçen seneler. Önce vefat eden babasının trafik cezası geldi. Absürt yanı ise babası öldükten sonra kırmızı ışıktan geçmiş. Babası değil kırmızıda geçmek sayılabilecek, akılda tutulabilecek kadar anca taksiye binmiştir.İç çekip çıktı bakkaldan, otobüs durağına doğru yürümeye koyuldu. Çöp konteynırının yanında yatan iki küçük çocuğa ilişti gözü belli ki geceden beri karton toplamış, burada yorgunluktan uyuya kalmışlardı. Ne garip dedi kendi kendine, okuması gerekirken karton topluyorlar, sokakta yatıyorlar. Bir an aklıyla çatışmaya girdi sanki ve kendi kendiyle sohbetine devam etti, ulan dedi insan olduğunu unutturmuşlar bu filizlere de ben okumaktan bahsediyorum. Ah şu haber kanalları nasıl anlatıyorlar ülkeyi cennet bahçesi misali diye de bir hayıflandı. Tabii ki duymadı onu haber kanalları. Hoş duysa da ne olacaktı ki? Elindeki gazetenin manşetinde büyük kırmızı puntolarla yazılmış “5 gazeteci içeri alındı” haberi varken, medya kendi içinden doğru söyleyenlerine acımazken, kim dinlerdi onu. Böyle kendiyle bir savaş vere vere geldi en sonunda otobüs durağına yanında her zaman ki gibi kalabalık otobüs bekliyordu baktı şöyle kalabalığa, kendi emekçi matematiğini konuşturdu. Yarısı servisle gitse, yarısı büyük firmalara temizliğe giden kadınlar olsa, fabrikalar mevkiine giden otobüste tıklım tıklım gelmez rahat giderdi işe. Bir anda bir el yapıştı koluna “Biraderim” dedi. “Nasılsın? Görüşemedik, dün de gelmedin kahveye” Arkasına dönüp baktı çocukluk arkadaşı Asım, Asım özünde iyi çocuktu aslında ama hasta annesi ve onun borçları için uyuşturucu satmaya başlayıp yakalanana kadar, hal böyle olunca mahallede adı çıktı, kimse de ne selam verir oldu ona ne sabah. Sevdiği kızı bile sırf bu sebepten vermediler. O da “Vardır bir hayır, yaptık bir hata çekeceğiz cezasını” dedi. Keyiften yapmış gibi bu işi cezasını da kendi üstlendi, karnı doysa ilacı olsa yapar mıydı bunları… Sigorta bile yapmadı çalıştığı yerde patronu “Sabıkalı adama sigortamı olur sen zaten bu gün buradasın yarın yine girersin içeri alışmışsındır” demiş. Mübarek patron değil müneccim bizimkisi sigorta zorunlu falan demiş ama cezaevinde bunları öğreneceğini adam olsaydın deyip beğenmiyorsanız paşa hazretleri kapı orada deyip, vurmuşlar eline hayatın görünmez kelepçesini, el mahkûm bir kere mecbur girmiş ekmek ile aslan arasında ki kavgaya. Bizimkisi: Sorma ya dedi Asım, kahveye borcum var bir haftadır gelemiyorum ama bugün maaşımı alacağım borcu kapatır sana da bir oralet ısmarlarım ama hemen gevşeme bakalım para kalırsa tabii dedi, içi ağlarken yüzü gülerek. Tam o esnada fabrika otobüsünün geldiğini gördü akşam görüşürüz deyip hızlı adımlarla bindi otobüse verdi ücretini, arka tarafa doğru yürüyecekken şoför: “Hemşerim bu para eksik haberin yok mu zam geldi” dedi. Bizimkisi alışkındı zaten zamlara son bozukluklarını toparladı baktı ki zamlı tarife tablosu başarı belgesi gibi herkesin göreceği yere asılmış parasının eksik kısmını da uzatıp boş koltuğa oturdu. Araba ilerlerken kafasını cama dayayıp etrafı seyretmeye başladı. Mezarlığı gördü ve ne farkım var benim orada yatanlardan dedi onlar da gezmiyor, eğlenmiyor, istediğini yiyemiyor ben de yapamıyorum. Üstelik onlarda artık ölüm denen gerçeğin korkusu da yok. Ama ben öyle değilim, günlerim korku ve pişmanlıkla dolu. Yıl üç yüz altmış beş gün değil benim için üç yüz altmış beş kere pişmanlık… Keşke demek, bağırmak istedi, haykırmak, hatta kendi bulmak istedi ama yapamazdı adı bile yoktu… Kimdi aslında bizimkisi? Bizimkisi sensin, benim, o, bu, biziz aslında, kendimiziz! Haykıramadığımız, içimizden bile olsa haykırıp bağıramadığımız gerçeklerimiz…
Hasan ERTAŞ
Sade Vatandaş