O gün dükkanı değişik bir ruh haletiyle açmıştı. Her sabah kahvaltıdan sonra kahvesini içer, gazetesini okur sonra inerdi dükkana. Bugün ne hikmetse kahvesini evde içmek istememişti. Kolunun altına sıkıştırdığı gazetesini alıp hemen dükkana inmişti, mal gelecek bahanesiyle. Öyle de olmuştu zaten. Daha dükkanın kepenklerini yeni açmıştı ki mal getiren kamyonetin korna sesiyle iyi ki erken inmiş olduğunu düşündü. Çünkü bu Kenan denen bebe, geldiği zaman eğer dükkan kapalıysa beklemeden gider akşama kadar da gelmezdi. Bugün onda da bir hal vardı gerçi. Her zaman sulu şakalar yaparak kendisine takılır, dükkana indirdiği paketleri içeri taşıdığı sırada nasıl ederdi de bir paketi açar, içindekilerden atıştırmaya başlardı. Bugün tık yoktu. “Geceden uykusuz kalmış herhalde bu bebe” diye geçirdi içinden; sormak istedi vazgeçti. Bir şey olsa o zaten anlatırdı.
Namık Dayı’nın gençliği de bu mahallede geçmişti. Askerden sonra biraz gurbette çalışmış, kız kardeşi gelin olunca anacığı tek başına kalmasın diye yanına dönmüştü. Evlendikten sonra da artık başka yere çıkmasına gerek kalmamıştı. Baba yadigarı bu kuruyemiş dükkanı rızık kapılarıydı. Buldukça şükrederek, bulamayınca sabrederek geçinip gidiyorlardı.
Dün gece anacığını rüyasında görmüştü. Güya gözü ağrıyormuş da oğlundan yardım istiyormuş, Namık dayı da elinde bir bardakla anasına yardım etmeye çalışıyormuş. “Herhalde rüyanın etkisinden kurtulamadım ki böyle tuhaf hissediyorum” diye düşünüyordu. Kenan’ın indirdiği kolilerden birini açtı, içindekileri raflara dizmeye başladı. Bu sırada yandaki manavda bir şeyler almaya çalışan genç bir delikanlı gözüne ilişti. Jilet gibi takım elbiseli, kıvırcık saçlarını geriye doğru taramış, pala bıyıklı, yakışıklı genç, kucağındaki çocuğa parmağıyla bir şeyler gösteriyor, çocuk omuzlarını silkiyor, o sabırla başka bir şey gösteriyor, çocuk yine kabul etmiyordu. Çocuğun itirazlarından yorulmuş olmalı ki manavın karşısındaki ağacın altına doğru ayaklarını sürüye sürüye gitti. Manavın;” arkadaşlarla otururuz” diye düzenlediği bankın üstüne oturdu. Çocuğu yanına indirdi, cebinden bir sigara çıkardı. Dumanı çocuğa gitmesin diye sırtını dönerek bir fırt çekti. Bir daha, bir daha derken birden Namık Dayı’nın kendisini izlediğini fark etti. Utanmıştı. Ayağını ayağının üstünden indirdi, toparlandı, çocuğu ile konuşmaya başladı. Namık Dayı da fark edildiğini anlayınca mahcup olmuştu. Genç adam arkasını dönünce kendine geldi bir iç çekip önündeki diğer koliyi açtı. İçindekileri dizmek için eline aldı, doğrulduğu esnada az önce bankta oturan genç adam ile göz göze geldi. “Bismillaaah!” diyerek bir geri çekildi. Genç adam o kadar dalgındı ki fark etmemişti bile Namık Dayıyı korkuttuğunu. Sadece kucağındaki çocuğu ile konuşuyor, etrafını görmüyordu. Ne aradığını bilmeden raflara bakınıyordu.
“Hoş geldiniz evladım, yardımcı olmamı ister misiniz?” diye soracak oldu. Vazgeçti. Hele biraz arasındı. Onlar etraflarına bakınırken Namık Dayı kenara çekilmiş onları izliyordu. Doğrusu merak ediyordu. Ankaralı olmadığı kesindi. Konuşması ve duruşu da pek benzemiyordu. Bir derdi vardı ama acaba sorsa söyler miydi? Elindeki ile kalakaldı Namık Dayı.
Tam bu esnada genç adam; “dedesi kızıma güzel bir çikolata verebilir misin?” diye sorunca Namık Dayı düşüncelerinden sıyrılıp kendine geldi. Genç adamın kucağındaki çocuğa baktı. Bir gözünde tampon vardı, diğer gözü de kapalıydı. Tamponlu olan gözde bir sıkıntı vardı bu belliydi de diğer gözün neden kapalı olduğunu anlayamamıştı. Hemen elindeki çikolata bardağını gösterdi, görecekmiş gibi. “Bak bakalım beğenecek misin küçük hanım, hem de çok güzel bir bardakta çikolata veriyorum.” Namık Dayı daha sözünü bitirmemişti ki çocuk bir çığlık attı. Sesine yan dükkanlardaki komşuları bile gelmişti.
“Babaaaa! Görüyorum..! Görüyorum!…” Genç adam olduğu yere yığılıvermişti hıçkırıklarla. Namık Dayı hemen bir bardak su getirdi. Oradaki herkes merak içindeydi. Genç adam suyu içti. Derin bir nefes aldı. Ağlamaktan konuşacak halde değildi. Kucağındaki çocuğu kenara bırakarak Namık Dayının ellerine kapandı.
“Çok teşekkür ederim. Bu mutluluğu size borçluyum. Sizi bize Allah gönderdi. Yoksa kim bilir…” sözünü tamamlayamamıştı. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Namık Dayı;
“Estağfurullah evladım. Hele gel, otur şöyle de anlat bakalım. Nedir olay? Ben ne yaptım?”
Genç adam anlattıkça Namık Dayı’nın gönlü ferahlıyor, içi açılıyor, ağlıyor ama mutlulukla doluyordu. Meğer bu genç adam haftalardan beri buralarda çocuğuna derman arıyormuş. Çocuk kışın kızamık, suçiçeği ve çiçek hastalığını peş peşe geçirmiş. Bünyesi zayıf olduğu için çok güçsüz kalmış. Bir sabah çiçek hastalığının gözüne doğru ilerlediğini fark etmişler. Memleketteki doktorlar çare bilememiş, buraya göndermişler. Buradaki doktorlar haftalardır çözüm bulamamışlar en son bu sabah patolojiye bir parça gönderip sonucuna göre gözünü almaya karar vermişler. Patoloji için parça alındığından bir gözünden tampon varmış, diğer gözünü de çocuk korkusundan açmıyormuş. Genç adam çocuğunun gözünün alınacağını duyunca kucakladığı gibi hastaneden ayrılmış. Hesabı kapatırken tedaviden vazgeçtiğini söylemiş. Şimdi buradaymış işte.
Namık Dayı birden dün geceki rüyasını hatırladı. Anacığının sağında solunda neden bardakla dolaştığını anladı. Elini genç adamın omzuna koyarak; “Üzülme evladım, artık çocuğunun gözü iyileşecek. Sen şimdi yavrunu al ve memleketine dön. Allah’a güven ve hiç merak etme.”
Genç adam toparlandı, çocuğunu tekrar kucakladı. Öptü, kokladı. Namık Dayı bu arada hazırladığı paketi kolunun altına sıkıştırdı. “Yolda yersiniz diye, cam bardakta çikolata ve biraz fıstık koydum. Bir de ekmek arası bir şeyler var. Hadi yolunuz açık olsun.”
Komşuları bir şey sormadan, “bugün dükkanı erken kapatıp dinleneceğini, neler olduğunu daha sonra anlatacağını” söyleyip, dükkanı kapattı. Eve çıktığında karısı şaşırmıştı. Parmağını dudaklarına götürerek “sus” işareti yaptı. Karısı işaretin anlamını iyi biliyordu; hiçbir şey konuşmak istemediği zamanlarda böyle yapardı Namık Dayı. Salondaki koltuğa yığılıp kaldı. Gözlerini kapatmasıyla anasını görmesi bir oldu. Kadıncağız mutluluktan uçuyordu. Elinde bir cam bardak çikolata ile dükkanın içinde dolaşıp hayır dualar ediyordu. Gözleri iyileşmiş olarak.