Bir küçük kızken ne güzeldi hayat. Öyle kelebeklerden oluşan ışıklı halka dolanırdı etrafımda. Her yer güneş, sanki karanlıklar çok uzaktı bana. Kalbimde kahkahalı büyük heyecan, yüzümde hep bir gülümseme. Her an hava güneşli ve hafif serin gelirdi. Üzerimde uçuşan hafif ve renkli şeyler. Büyükler, şirinlik yapıp kendimi göstermek için büyük eğlenceli fırsattı. Ve sevgili yaşıtlarım, benim gibi çocuk arkadaşlarım, onlarda kalbine dokunacağım, yeni bir hayat duyacağım, kendimi keşiflere çıkacağım, insanlığı tanımaya başlayacağım fırsatlardı. Tabi hiçbir olayı adlandırıp sınıflandıramıyorsun sadece her şeye karşı sevgi ve istek hissediyorsun. Her güzel şeyin büyüdüğünde daha da katlanarak devam edeceğine inanıyorsun..
O yaşlarda oyuna duyduğum kadar insan ilişkilerine duyduğum merakta beraberinde geliyordu. Sürekli düşünüyor ve insanların bazı davranışları neden yaptığını incelemeye çalışıyordum. Annem neden bağırdı? Babam niye böyle yaptı? Halam doğru söylememe neden kızdı? Yalan kötü bir şeydi oysaki. Ahlak ve anlık kurtarıcı çıkarlar doğrultusunda ortaya konulan davranışlar arasında kaldığımı büyüdükçe anlıyor ve bu durumda kendimi sıkışmış hissettiğimden verdiğim tepkiler yüzünden, naif kırılgan ve doğrucu yapıma rağmen cazgır bir kız imajı veriyordum. Bir şey oluyordu ne olduğunu anlamadan “fena” olarak anılmama rağmen bastırılıyor ve kötü ilan ediliyordum. Yani yakınlarım beni baş edilmez laf söylenmez biri gibi tanımlarken sonuç benim için tam tersi oluyordu. Baş ediliyor bastırılıyor ve aşırı derecede kırılıyordum. Herkese göstermek istediğim tek şey sadece onların düşüncelerinin yanında daha iyi bir düşüncenin de olabileceğiydi. Yani bende sorun olarak gördükleri “siz öyle diyorsunuz ama (yanlış yapmamaları için saf bir duyguyla, aslında onları koruma içgüdüsüyle) iyi si bu” demekti. Genç yaşımdan dolayı beni kötülemek cahil sıfatıyla yargılamak, doğru sözlerimin beni çıkarabilecek maddi manevi yüksek mevkilerin farkında olanlar için en iyi yoldu. İnsanları tanıyordum artık, en üzüldüğüm nokta ise bunu en yakınlarımdan yapmaya başlıyor olmamdı. Adalet, dürüstlük ve tevazu gibi insanı insan yapan duyguları uygulamanın en asil yol olduğuna inanıyordum. İnsanlar arasındaki siyasi ilişki beynimde bir yer bulamıyordu. Büyümenin ve dini inançlarımın yavaşça kazandırdığı olgunlukla her olguyu yeniden anlamaya çalışıyordum. Böylelikle siyasi tavrı değilde edebi tavrı uygulama yönünde ilerliyordum. Bu defa tevazudan sonra nezaketi benimsemiştim. Sahip olduğum genler ve içimde yer alan öfkeli duygularla mücadele etmek kolay değildi. Zaman zaman hataya düşüp çizgimden taştığım, yanlışlara düştüğümden çok ağladığım olmuştur ama özümde olması gerekenin farkındaydım ve vazgeçmedim asil bir insan olma yolundan. Denemek bile diğer insanlardan farkı kılıyordu beni öyle hissediyordum çünkü çoğu insan ve bazı ortamlar tarafından dışlanıyordum. Beni tam anlamıyla anlayabilen insanların var olduğunu söyleyemem ama anlamaya çalışan birkaç insanın varlığı, yaşarken az da olsa rahat bir nefes almama sebebiyet veriyordu.