Bir gün, bir gün derken günler irkiyorum heybemde. Gündüzleri aydınlanmayan; geceleri kaybolmayan sensizlikle. Heybemde biriktirdiklerimi üleştiriyorum yarınıma ve dünüme. Dünümün tecrübesiyle aydınlanmasını beklediğim yarınlarımı, gözlerinde kaybediyorum her seferinde.
İnsan aynı kuyuya kaç kere düşebilir diye sorgulamıyorum artık. Ben yüzme bilmeden okyanuslara daldım. Tecrübesizdim… Biraz da heyecanlıydım saçlarının dalgalarına. Akla mantığa sığmayanları almaya çalıştım iki kaburgamın arasına. Gençtim… Öğrenmeye ve yaşamaya meyilli sevdalarım vardı ellerimde. Hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Ben ele vermiştim gözlerimde her şeyimi ve döküverdim eteklerine ellerimdekileri.
Hiçtim. Her şeyimi sana verirken, hiç olmak koymazdı bana. Zaten benlik duygusunda yer yoktu senliğimde. ‘Aşkın kapısında iki ben fazla’ diyordu şair. Sen olmaya yeterdim ben. Benimle geçinemediğim Ömrümü; senile vefata erdirebilirdim. Bana yabancılık çekme diye kovmuştum beni, sana yeterince yer vardı hiçliğimde.
Bittim. Bir destan olarak dilden dile dolaştırmak isterken seni, bir masalın tekerlemesinde bıraktın geçmişini. Geçenleri geçer; geçmişe sığar sandın. Evvelini unutan insan, ahirini nasıl kurar bilir misin? Merak etmiyorum artık seni. Sen her şeyi planlayan; mutlak bir son yazmışsındır kendine.
En mutlu biten masallara imrenirken sende; masalların neden mutlu sonla bittiğini sorgular oldum sonranda. Bir masala inanmak ahmaklıksa eğer; sene neden peri gibi geldin ki ömrüme? Neden cinayet süsü verip şahit ettin beni ölümüme. Sana bunları hiç soramadım belkide. Karşına çıkacak yüzüm olmadığı için mi; yoksa hangi yüzüne konuşacağımı bilemediğimden mi sustum günlerce? Ben sana sustuklarımı bir bir döktüm güncemde; bir gün, bir gün derken nice sonlara şahit oldum ömrümde.
Ve bir gün, bir gün derken:
” Ruhum azad oldu; gözlerimde… ”