Kendini bilmek ve kendini inkar etmek birbirine zıt kullanılsa da yakın kavramlar. Kendini bilmek, ne olduğunun farkında olmaktır.
Kendini inkar etmek ise ne olduğunun bilincinde olmak, ancak bu farkında olunan done’leri reddetmektir. Yani kendini bilmek, kendini inkar etmenin bir çeşit alt kümesidir. İkisini de “venn şeması” dahilinde inceleyecek olsak, A(=kendini bilmek), B’nin(=kendini inkar etmek) göbeğindeki bir noktayı temsil eder. Ancak hiçbir zaman elbette ne terminolojik olarak, ne de matematiksel(?) olarak bir eşitlik oluşturmazlar. Denklik oluşturmaları da söz konusu değildir. Sadece “B kapsar A’yı” ve “A içindedir B’nin” önermeleri var elimizde bu paragrafa göre. Bunların şahsi düşüncelerim olduğunu da kabul edecek olursak, nesnellik süzgecinden geçemeyecekleri aşikar. Nesnelliğini ancak ve ancak bu satırları okuyan insanların “evet bence de,” demeleri ile kanıtlanabilir. Ancak yine de eksiltilidir. Suyun kaynama noktası kadar dünyaya mal olmuş bir veri olamayacaktır. Bu yüzden öznelliğin verdiği tedirginlikle yazmaya devam ediyorum, izninizle. Birkaç tanık gösterme dışında sizi bu fikre ısındırmaya elverişli hiçbir şey yok bu fikri görecelikten kurtarmak için elimde. Kaldı ki, birazdan göstereceğim tanığın fikrine bile sizdeki herhangi bir deneyimi tekrar hatırlamanıza yardımcı olacak bir yakınlıkta olmadığınız için apriori olduğunu öne sürerek mesafeli yaklaşacağınızı düşünürsek, benim bu aciz cümlelerimin hiçbir ehemmiyetinin kalmayacağı açık. Ancak üzgünüm, size bunlardan başka verecek hiçbir şeyim yok.
Başlık, Bay Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabından bir cümle. Bir monoloğun açılış cümlesi. “Rus Nihilizmi” adını verebileceğimiz bir akımın zirvesi bu cümle. Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ında temeli atılmış bir fikir akımı. Destekleriz-desteklemeyiz; ayrı konu. Ancak karşılaştığımız şey varoluşçuluğa yakın bir düşünceler dizisi olduğundan incelenmesi gerek bence.
İnsan çok uzun zamandır “bilmemek” eylemini reddediyor. Bu hepimizde olan sıkı bir sorun. Bilmediğimiz konular hakkında konuşmak, fikir bildirmek –oh, akıl sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi bir kavramımız var bizim, doğru ya!- hepimiz için asli görevlerden birisi oldu. Her birimiz birer politikacı, sinemacı, roman yazarı, filozof, aşçı, inşaat ustası, kuaför, fahişe, mühendis, psikolog, kuantum uzmanı, asker, komutan, diş hekimi, bankacı, gurme ve diğer her şey olduğumuzdan başımıza bunlar geliyor aslında! Her şeyi biliyor gibi davranmasak birçok konuda çok daha iyi olacağız. Tüm insanlık için söylüyorum bunu, lütfen sadece yerel bir sorun olarak algılamayın bunu. Bizde daha çok göze batmasının nedeni, aslında ülke olarak bilmeyi reddedip görüşü ön plana çıkarma işini çok özenli bir şekilde yapmamızdır. Böylece kuru kuruya fikir ve görüş belirterek de yaptığımız tek şey üzerinde durulan konu yahut vakıanın rasyonellik tabanından kurtulmasını sağlıyor. İnsan zihnini rasyonelliğini ya kaybetti, ya da aslında bu özelliğe hiç sahip değildi; bilemiyorum. Bildiğim tek şey bilmediğimiz şeyleri görmek istemememiz, onları kat’i surette reddetmemiz. Bu bize ancak ve ancak pistten ayrılmış ve Neverland’e doğru havalanan bir uçak verir. Yanlış ancak 21.yüzyıl gereği öngörülebilir bir davranış. Yersek. Ha, 21.yüzyıl gereği dedim ancak bu her dönemde insanın en büyük sorunu olmuş. Bunu kanıtlamaya girişmeyeceğim. Sadece kaynak vereyim; Voltaire – İnsan Zekasının Sınırları.
Şimdi önceki paragraftan yola çıkalım. Ne dedik: insan zihni rasyonel tabanını kaybetti. Rasyonel tabanı kaybeden bir zihin de sağlıklı düşünceler sağlayamaz. Yani? Yani bilincimiz hastalıklıdır. İrrasyonel verilerle doldurulan bir beyin en nihayetinde irrasyonel sonuçlar verir. Varlığımızın farkındayız, ancak bu varlığı öyle rasyonel verilerden uzak yorumluyoruz ki, varlığımıza ve varoluşumuza zehir katıp onu hasta ediyoruz. Varlığımızı doğru yorumlayamıyoruz. Bu da demektir ki, biz çoktan zihnen sinirlendik ve kendimizin
farkında olmak artık irade dışı bir şekilde kendimizi inkar etmeye dönüştü.
Şimdi konuyu azıcık uzağa taşıyıp farklı bir tavada kızartan Yevgeni Zamyatin’den birkaç cümle okutacağım size. Bu cümleler, yazıyı yeniden boyutlandıracak. Ancak önceki verileri “simge durumuna küçült”meyecek.
“‘Kendimi duyumsuyorum ama sadece içine kirpik kaçan göz, şişmiş parmak veya çürük diş kendini duyumsar, bireysel varlığının bilincine varır. Sağlıklı göz veya parmak ya da diş varlarmış gibi görünmezler. Yani gayet açık, değil mi? Kendi kendinin bilincine varmak hastalıktır.”
Ne diyor Zamyatin?
Evet, ben varım. Ben Andaç, kendimi hissediyorum-duyumsuyorum. Şurama bir iğne batınca nasıl şuramı hissediyorsam, kendimi de öyle hissediyorum. 11 gündür kesintisiz devam eden bel ağrım, bana varlığımı anımsatıyor. “Şurada bir belim var ve bu bel ağrıyor” diyorum. Ağrımasa farkına bile varmam. Sol gözüm sağ gözümden az görmese, onun da varlığının farkına varmam. İnsan yüzündeki iki delik ve bu iki deliğe yerleştirilip beyine onlarca damar ve iletkenle bağlanan göz, hepimizde standart bir şekilde varolduğu için varmış gibi görünmez. Hiçbirimiz “şu kadından çok hoşlandım, gözleri var!” demeyiz. Esas gözün varlığını fark ettiğimiz an, gözümüzün başına bir şey geldiği andır. Bel ve göz örneklerini kendimden yola çıkarak bu yüzden verdim.
Peki, ben ve tüm insanlar birbirimizin tıpkısı gibi yaratılmış olsaydık ve hiçbir hastalığımız olmasaydı, bizi rahatsız edebilecek herhangi bir fiziksel etken olmasaydı, varlığımızın farkına varır mıydık? Varlığımızla ilgili enformasyona sahip olmak için yapmamız gereken tek şey, varlığımızı bir miktar tehlikeye sokmak-rahatsız etmek. Varlığınla ilgili bir enformasyona sahipsen bilinçlisin demektir. Bilinçliysen de bilincine sahip olabileceğin varlığın ancak ve ancak yanlışlık-tehlike-acı-konforaltı bir durumda olduğu bilgisine sahipsindir. Bilinç, hastalıktır.
3 comments
Bilinç Hastalıktır çok güzel bir yazı olmuş.
Hep bilinçli olmaya çalışıyoruz hasta olmak için can atıyoruz demekki… aslında bilinçli olmak bir nevi insana dert edinme isteği yada dertlerden zevk alabilme yeteneğini kazandırdığı için doğru olabilir.tabi olumsuz manada bir hastalıktan bahsetmiyorsak…
Gerçekten de varoluş üzerine düşünürken ya da bir sorgulama yaparken rasyonel birtakım verilere göre hareket etmek ne kadar sağlıklı olabilir ki ? İnsan varoluşu gereği bağlamsal bir varlıktır. Doğası gereği rasyonalize edilmeye çokta elverişli değil şahsi kanaatim. Hele ki yaptığımız iş bir varoluş tartışması ise bence rasyonalite biraz daha dışarda durmalıdır. Zaten şuan bilinci hastalık olarak nitelendiren düşüncenize referans aydınlanmanın salt rasyonalitesi değil mi?