Tıpkı bahsettiğiniz gibi mavi yağmur damlaları vuruyordu caddelere,
kafamda dolanan milyonlarca soruya aldırış etmeden size yönelen ayaklarım sanki aşinaydı hayallerinize.
Kaldırımlar adımlarınızı saklıyordu,bir yağmur tanesi uzaklığıyla saçımın ıslaklığı kadar yakındınız kalbime.
Önce kafamı kaldırıp kırmızı yağmurluğumun üstünden geçen damlalara baktım,
saçlarımın ucu kadar küçük çisil çisil düşerken gözlerime,
Gözlerimin buğusu bir araba camı kadar sıcak lakin; isim yazmalık kalp çizmelikti.
Sen yürüdün sen ve siz olma uzaklığında koştun ve sen oldun.
Sen karşıdan bana doğru yürüyordun;
Ben elimde ki karanfillerle ve “Böğürtlen Kışı” adlı kitabımı yağmurdan koruyarak koşuyordum,
Birden saçların ıslandı o kadar muntazamdılar ki kıyamadım, içim el vermedi,
oysa el verse ellerin ne mükemmel olurdu.
Dayanamadım çizmelerimi hızlandırdım,
Çizmelerimin kırmızı rengi yerdeki su kütlelerine yansıyordu,
parmaklarımın ucunda kalkıp ellerimle saçlarını korumaya çalıştım;
Birden bana baktın bir anlık görüş mesafesinde lakin bir asırlık hafsala hazinesindeydi gözlerin,
Zaman durdu doğuda kuşlar havalandı,
yağmur zihnime değdi,
kokun yağmura bulaşmış bir ardıç ağacı kadar sert ama haz doluydu.
-Siz dediniz ne yapıyor sunuz, bu minnak boyunuzla?
Güldünüz utandım,gözlerimi aşağı indirdim,
kalbimi tuttum ,
+Sakın bir delilik yapıp yerinden fırlama seni almadan kaçarım ve hiç hak etmediğin bir yerde kalırsın dedim.
Nefesimi sakinleştirdim,
+Saçlarınız Bayım dedim,yağmurda bozulamayacak kadar güzeller.
Güldünüz ,ben öldüm.
Sonra adımlarınızı hızlandırdınız.
Ben ellerimi kırmızı yağmurluğumun ceplerine sokup ardınızdan baktım bir devir öylece gidiyormuş gibi geldi.
Yağmura yenildim,size yenildim Efendi.
Elimdeki karanfilleri sizi ilk gördüğüm yere bıraktım,
Gözlerinizin hatırasına yaraşsın dedim.
Tarçın kokulu parfümüm yağmurla birleşince burnuma öyle güzel gelmişti ki o yüzden aşık oldum sanırım dedim.
Yoksa şu an hiç sırası mıydı?
+Ardınızdan, sizi dedim bayım bir daha ki yağmurda yine burada şu arnavut kaldırımında koşarken görür müyüm?
Sizi bir daha ne zaman görebilirim?
Duymadınız ben arkanızdan tam beş satır şiir yazdım, saate baktım beş kırkbeş ti.
Beş adım attım ,
Fotoğrafınızı çekebilirdim mükemmel bir instagram karesi olabilir yüzlerce beğeni alabilirdi.
Bir gidiş bir erkeğe ancak bu kadar yakışabilirdi.
Lakin çekmedim hiç kimse bilmesin istedim,sahi adınız neydi?
Alfabede ki hangi harfler şereflenmişti size ad olmakla,ve hangi sesler size nail olmuştu.
Sahi adınız neydi?
Tanıdığım bütün baş harfi Y ile başlayanlar bu kadar cezb dolu olmak zorunda mıydı? Hz.Yusuf’a ithafen mi yaratılmıştınız?
Siz giderken ben bunların hepsini nasıl düşünebilmiştim?
Beynim ne zaman bu kadar delirmişti?
Ondan mı?Diyordu Sezai Karakoç “Ah! Roza bir bakışın ölmeme yetecek” Diye?
Sizin de bir bakışınız delirmeme yetmiş miydi?
Siz şimdi yıllarca,
Bir bakış ölmeye nasıl yetecek diyen beni bir bakışla deliye mi çevirmiştiniz?
Sahi sizin adınız neydi?
Bıyıklarınız dede yadigarı mıydı?
Ya da bir Osmanlı Paşasından miras mı?
O zaman adınız umurumda değil dünya üzerindeki yerinizde .
Kalbimdeki yeriniz ve bir şiirlik gözleriniz,
kırmızı yağmurluğum,
siyah saçlarınız ve heykel gibi olan yüzünüz.
Bunlar bana yeterliydi.
Adınızı “Bay Bıyık” koyuyorum, Osmanlı Türkçesi ile defterime yazıyorum. ‘Be’ yi Elif’i Ye’ yi şereflendiriyorum.
Armağanım olsun diyor ve Müzeyyen Senar’dan ‘Fikrimin ince gülü’nü açıp yürüyorum,
Hesap verilmez ilhamdan dolayı,ilham sınır tanımaz biliyorum.
“Fikrimin ince gülü,kalbimin şen bülbülü,
O gün ki gördüm seni ,yaktın Ah! Yaktın beni,
O gün ki gördüm seni yaktın Ah! Çapkın beni!
Kader KİBAR