Öyle yalandan gülümsemeler boş bir bakış açısı ile tam karşımda oturuyor. İstediği şeyin bilincine sahip ama sonrasında konuşacak tek kelimesi yok. Kısıtlı bir bakış açısı ile koşuşturuyor oraya buraya.Kim olduğunun farkında mı ? Kendi varsayımları ile mutlu. Acınacak bir yanı yok gibi. Güzel kırmızı bir ruj var dudağında. Saat on ikiye geliyor.Barın en köşesinde bacak bacak üstüne atmış bir şekilde birasını yudumlayıp etrafa göz gezdiriyor. Ara sıra göz göze geliyoruz. Üçüncü bakışında hafif bir gülümseme. Bu gülümsenin anlamı bariz ortada beni yanına çağırıyor. Ayağa kalkarak olduğu yere doğru yürürken tuvalete doğru yöneldim birden. Elimi yüzümü yıkayıp yanına doğru sokuldum. Oturabilir miyim dedim. Boş bir bakış attıktan sonra gülümseyerek gayet kibarca tabi ki diyerek beni buyur etti masasına. Yalnız mısın dedim. Kahkalara boğularak bugünlük böyle dedi. Beynimde ki yapboz kendi kendine topladı bütün ufak parçalarını bir araya. Herşey açığa çıktı tam da şimdi. Belli belirsiz ne konuştuğumuz anlaşılmayan sohbetin ahengiyle kendimizi birden dışarıda bulduk. El ele sokakta yürüyorduk, gülüyorduk, bağırıyorduk. Şimdi ne yapacağız dedim. Gülümsedi ve bir öpücük kondurdu. Sabah olmuştu ve o hala uyuyordu. Üstümü giyinip birşeyler hazırladım. Uyandıktan sonra acele ile kıyafetlerini topladıktan sonra gitmem lazım diyerek kapıya doğru yöneldi. Suratındaki ifade pişmanlık değildi. Boşluğun içindeki küçük yansımalardı sadece. Ne oldu demeye kalmadan aptal diyerek kapıyı vurup çıktı.
Değersiz saatlerdi benim için değersiz bir kişiyle geçen. Pişmanlığın olmayışı üzerine gelen bir değersizlikti sadece. Basitlikten öteye gidemeyen.