bugün size bir arkadaşımızın hikayesini anlatacağım. henüz gençliğinde hayatın sıkıcılığı ile karşılaşmış olmasına rağmen hayat heyecanını kaybetmemeye çalıştı o. 4 yıl boyunca şehir hayatının ona sunduğu ulaşım yolu olan otobüsü kullandı ve her sabah uyku mahmurluğunu sıkış tıkış, her çeşit insanla dolu o otobüste atlattı. Daha ilk gün kendine arkadaş bulup, her gününün 40-50 dakikasını neşelendirmeye çalıştı arkadaşımız. çünkü sıkıcı işler ona göre değildi. içindeki enerji durmadan onu etkiliyordu. tam 50 dakika havasız bir otobüste arkadaşıyla, hatta bazen arkadaşlarıyla muhabbet ederek havasızlığı görmezden geliyordu. lise yolculuğu başladığı gün otobüs hayatı da başlamıştı. yaz mevsiminde bir nebze çekilir oluyordu klimalar açıldığı için ama kış mevsimi tam bir felaketti. arka taraftan sıcak klimaları kapatın diye ön tarafa bağıran kişilerle onların karşısındaki üşüyoruz açın klimaları diyen insan gruplarının arasında, üzerinde kat kat giydiği kıyafetlerin içinde erirken mide bulantısı her gün katlanılamıyordu. hele bir kırmızı montu(!) vardı.. onu giydiği gün kesin kendini kaybediyordu. böyle günler geçti. tam 3 yıl yolda gidiş 50 dakika, dönüş 50 dakika konuşmaktan çene kasları gelişmişti. alışmıştı içinde bulunduğu duruma ama yaklaşan bir tehlike vardı. 3. senenin sonunda arkadaşından ayrılmak zorundaydı çünkü mezun olacaktı arkadaşı. ve işte yaz bitmişti… okullar açılmıştı, bir kaç gün sıkıcı yalnız yolculuk yapmak zorunda kalmıştı. artık bu sene okuldan daha geç, akşam saatlerinde çıkıyordu, bu da otobüse iş çıkış saatinde binip daha fazla kalabalık ve kabalıkla karşılaşacak demekti. hayat yine ,şaşırtmayı sevdiğinden olsa gerek, düşündüklerinden farklı şeyler yaşattı kırmızı montlu kıza. ona muhteşem bir dostluk hediye etti. hem de muhteşem bir dostluk. gözlerini kaparsın ve karanlıktır ya her yer işte o zaman sevdiklerin gelir aklına, önce en temizi arkadaşlıklar, tam da öyle anların arkadaşlığı… yüzünde bir gülümseme istersin sıkılınca ya tam da o anların gülümsemesi… yada bazen ağlamak istersin tam da o anların gözyaşı… hayat arkadaşımıza muhteşem bir arkadaş hediye etmişti. umarız onun kıymetini bilmiştir. yoksa otobüs beklerken durağın arkasındaki belediye ağaçlarından yedikleri, adını bilmedikleri meyve arkalarından ağlar değil mi?
bizim arkadaş bayağı sakar. bir gün akbilini kaybetti. ve tam da o gün başladı 2. macera…
arkadaşımızın otobüste düşmesi ile devam etti.. yeri geldi uzun yolun sıkıntısından otobüsteki teyzelerin eşliğinde tabu oynadılar, yeri geldi el kızartmaca oynadılar.
arkadaşımıza neden kırmızı montlu kız diyorum biliyor musunuz? çünkü o kırmızı montlu.. Erzurum’un kebabı, Giresun’un fındığı ,otobüsün uykusu meşhurdur. hele bir de kırmızı montlu arkadaşınız varsa.. çünkü o montun içindeki sünger, arkadaşınızın omzuyla birleşince kuş tüyü yastıktan hallice oluyor. ve otobüsün en güzel uykusunu uyuyorsunuz.
başlangıcın olduğu yerde son da olur tabi. mesela bir gün kış geldi ve durağın arkasındaki meyveler döküldü. saymakla bitmeyecekmiş gibi gelen günler bitmeye başladı ve hatta bitti. her şey son bir otobüs yolculuğunda saklandı.
ama olacak zaten. bedenler mutlaka ayrılacak, gönüllere rağmen. arkadaşımız uzun süre otobüse binmeyi düşünmüyor. kırmızı montlu kızın montu artık küçüldü. bir daha giymeyecek galiba. ama daha dün montu başka birine verdi. şimdi o mont başka arkadaşlıkları ısıtacak.
kırmızı montlu kızın arkadaşı da ,otobüsle değil belki ama başka şekillerde, hayallerinin peşinden gidiyor.
ha birde anılar var… işte onlar her otobüs seferiyle yaşamaya devam edecek. belki siz de görürsünüz otobüste onları. eğer görürseniz söyleyin. kırmızı montlu kızın arkadaşının doğum günü kutlu olsun…