Gecenin sessizliği her zaman en korktuğum şey olmuştur. Neden mi?
Her şey susar ya da uyur ama en korktuğun, en bastırdığın düşünceler, anılar, hikayeler bir anda ortaya çıkıverir.
Yaşlılar bu yüzden erken uyurlar bana sorarsanız. O kadar yaşanmışlıkların, düşüncelerin ve anıların arasında gecenin ilerleyen saatlerinde akıllarını kaybetmemek için.
Geceden korkmaya başladığınız gün yaşlanmaya başladığınız gündür, yok hayır bakmayın bana benim ruhum yaşlı.
Kalbimin en çok kırıldığı anı hatırlıyorum. O an ölüyorum sanmıştım. Ben bu acıyı bir ömür nasıl taşırım demiştim…
Şimdi hiç bir şey hissetmiyorum. Bütün her şey besberrak karşımda durmasına rağmen.
Ama sonra bir diğer anı geliyor; o anı yaşarken onu hiç umursamamış gibiydim.
O anıları yaşadığımda ve onları düşündüğümde her şeyi doğru yaptım gibi geliyordu. Ne olursa olsun diyordum yıllar sonra ben elimden geleni yaptım diye düşünürüm ve o kadar acıtmaz.
Nasıl acıtıyor, nasıl batıyor vicdansız ah bir bilseniz.
Sen diyorum, sen bunu bana nasıl yaparsın? Böyle mi anlaşmıştık seninle? Biraz soluk almaya çalışıyorum, oldukça zorlanıyorum.
Sonra bir başka anı geliyor.
Elimi tutuyor, başını omzuma yaslıyor. Bir şey diyemiyor; ben de diyemiyorum. Hiç konuşmuyoruz, korkuyoruz o anın bitecek olmasından.
Korkuyoruz bizi tanıyan birilerinin bizi göreceğinden. Bu halde, özellikle de abisi. Dehşete kapılıyorum düşündükçe ne derim Cem abiye!
Başka bir anı daha geliyor;
Birbirini sımsıkı tutan ellerimizi bıraktığımızda, boş kalan ellerimizi sevgililerimiz tutacak diyor.
Ben sevgilimi seviyorum diye düşünüyorum, sevmeye çalışıyorum en azından.
O da benim sevgilim bunu haketmiyor diye düşünüyor sanırım. Bilmiyorum aslında tam ne düşündüğünü, bu da oyunsa diyorum. Bir ürperti geliyor.
Elini bırakıyorum, beni son bir defa öpmek istiyor. İzin vermiyorum. Trene atlayıp sevgilisine dogru yola çıkıyor. Ve ben belki de içimde kalan son bir parçayı orada bıraktığımı bilmiyorum.
Bir başka doğru yüzünden.
Bir baska anı zıplıyor şimdi de önüme.
“Seni çok seviyorum, anlamıyor musun?” diyor..
“Anlamıyorum” diyorum. “Sen bana bunları yaptın. Hem bu işler öyle telefonla olmaz” diye tersliyorum.
“Gelince yüz yüze konuşuruz.”
Bir kaç gün boyunca ses çıkmıyor, sonra da elveda niteliğinde bir mesaj geliyor telefonuma.
“Sen tanıdığım en iyi insansın, seni çok seviyorum, umarım çok mutlu olursun, kendine çok iyi bak.”
biliyorum ki tam o an benden vazgeçti. Ama umursamıyorum.
ve o anın hıncını şu an da dahil benden alıyor. Her anım kanlar içinde.
Ah! hayır sen gelme sakın derken bir anı daha pat diye düşüyor şimdi önüme.
Okuluma gidiyorum, hep buluştuğumuz o durağa geldiğimde aylar sonra onu ilk kez görmek titretiyor bedenimi.
Göz göze geliyoruz. Yüzü düşüp bana doğru bir iki adım atıyor. “Merhaba” diyor.
“Nasılsın” diyebiliyorum.
“Senden nefret ediyorum” diyor. Durağın hemen arkasındaki ağacın altına oturup ağlayarak. “Mutlu olmayacaksın, olamayacaksın! izin vermeyeceğim buna.” diyor.
Biliyorum diyorum içimden. Bir kaç adım geriye atıp arkamdaki duvara yaslanıp ben de ağlıyorum şimdi. Ne kadar sürüyor bilmiyorum. Ama insanlar! insanlar gözlerini üzerimize dikmiş bize bakıyorlar.
Toparlanıp ayağa kalkıyorum. Gözlerinin hizasına eğilip “Hoşçakal!” diyorum sadece.
Gel sen de gel, bir başka anı bana doğru ilerliyor.
Ama senin bana pek bir şey yapabileceğini sanmıyorum.
Seni çok geç kaybettim, keşke daha erken kaybedebilseydim.
Seni kaybetseydim eğer daha önce, onu kazanabilirdim.
Bunu yapamamış olmanın korkaklığı içimi sızlatıyor. Seni sevdigimi sandım, sevdim. Ama sonraları sen sadece bir uyuşturucuydun, ayni uyusturucu gibi kaybettiğim şeylerin farkına seni bırakınca anladım diyorum.
Bunu duyan anı mutlu bir şekilde uzaklaşıyor önümden. belli ki onun istediğide sadece canımı acıtmaktı ve bunu becerdi.
İtiraf etmeliyim. Karanlıktan çok korkuyorum.
İnsanlar bu kadar gürültü içinde gece nasıl uyuyabiliyor.
Her yer ne kadar kalabalık.
Gunesin doğmasına daha var.
Uyusam diyorum; belki bir kaç olmayan anı yaşayabilirim, olanlar canımı acıtıyor zira.